Su Ayak İzi
Türkçe’de sıklıkla kullandığımız bir deyim vardır: Varlık içinde yokluk çekmek. Genelde maddi anlamda hali vakti yerinde olan fakat elindeki parasını harcamayan, harcamak istemeyen ya da doğru harcamasını bilmeyen insanlar için kullanılır bu tabir. Fakat bu sözün kullanım alanlarını genişletebiliriz diye düşünüyorum.
Daha sağlıklı ve fit bir vücuda sahip olma şansı varken hiç spor yapmayan bir insan da varlık içinde yokluk çekiyordur. Bir sürü kitabı olan, kitaplara erişim sorunu bulunmayan, istediği kitabı satın alabilen fakat yine de kitap okumayan bir insan da varlık içinde yokluk çekiyordur. Çok yemek yediği için çeşitli sağlık sorunları yaşayan insan da yine aynı şekildedir (Oysa az yese hiçbir sorun yaşamayacaktır!). Bir şeyin değerini ancak o yok olduğunda anlıyoruz genelde yani. Peki hiç düşündünüz mü; varlığını çok defa görmezden geldiğimiz fakat hayatımızın devamı için olmazsa olmaz bir maddenin, “su”yun yok olduğunu ve bizi varlık içinde yokluğa mahkum ettiğini?
Ekonomide meşhur bir paradoks var, birçoğunuz duymuşsunuzdur: Su – elmas paradoksu. Ekonomide bir malın miktarı azsa değeri yüksek, miktarı fazla ise değeri düşük olur temel olarak. Su da dünyada elmastan çok daha fazla bulunduğundan değeri elmasa orana çok düşüktür. Fakat su, elmasın aksine tüm dünyada canlılığın devamı için en kritik maddelerden biridir. Oysa elmas hiç de öyle değil. Yani, pırlanta yüzük takmayan bir kişi onun yokluğunu bile hissetmezken bir gün boyunca su içmeyen bir insanın halini bir düşünün. Afrika açlık ve su kıtlığı yaşayan insanlara, bir kamyon dolusu elmas götürseniz dahi, elbette bir şişe su çok daha değerlidir onlar için. Biz de çölde günlerce susuz kalsak örneğin, bir yudum suyun tonlarca pırlantadan ne kadar değerli olduğunu o zaman anlarız herhalde.
İşte suyun böylesine hayati bir önemi haiz bizler için; hayvanlar, bitkiler ve tüm dünya için. Bunum yanında, tarımsal ve sanayi faaliyetlerinin devamı için de yine su en önemli girdilerden biri. Fakat gel gelelim ki suya gereken önemi vermiyoruz. Bu bir kişinin, bir zümrenin, bir kurumun ya da bir devletin görüşü değil. Tüm dünya, su kaynaklarının çok hızlı bir şekilde tükendiği, var olan temiz ve içilebilir su kaynaklarının giderek kirlendiği; küresel ısınma ve iklim değişikliği sorunları ile beraber hava olaylarının yağış düzenlerini değiştirdiği konusunda hemfikir. Teknolojinin gelişmesi, dünya nüfusunun çok hızlı bir şekilde artması; buna bağlı olarak tarımsal ve üretim faaliyetlerinin hacminin artması, su tüketimini de çok hızlı bir oranda artırıyor. Dahası yağış miktarları eskisi kadar değil, bu da dünyanın dört bir yanında kuraklık yaşanmasına neden oluyor. Göllerin, nehirlerin, barajların kuruduğu ve dibindeki otların gün yüzüne çıktığı o manzaralar gözünüzün önüne gelmiştir şimdi.
İşte durum böylesine kritik olduğundan özellikle 2000’li yılların başında tüm dünyada su tüketimi ile ilgili belirli global çalışmalar yapılmaya başladı. Bu tüketiminin her kişi, kurum, devlet ya da bağımsız süreçler için ortak bir göstergeyle belirlenmesi, geçtiğimiz yıllarda ve günümüzde kabul gören en önemli çalışmalardan biri oldu. Tıpkı 1990’larda ortaya atılan ekolojik ayak izi fikri gibi bir “su ayak izi” kavramının geliştirilmesi gerektiği savunuldu bilim dünyasında. Bu kavramı özetleyecek olursak, bir ürün ya da hizmet üretme karşılığında doğrudan veya dolaylı olarak tüketilen su miktarına su ayak izi diyoruz. Bu gösterge temel olarak evsel, tarımsal ve sanayi faaliyetleri özelinde hesaplanıyor günümüzde.
Su ayak izini çok basit bir örnekle irdeleyelim. Bir demlik çay demlerken ne kadar su kullanırız mesela? En fazla 1-2 litre. Fakat bir demlik değil, sadece bir bardak çayın su ayak izini merak ediyor musunuz? Yaklaşık 30 litre. Evet, yanlış duymadınız. Bir bardak çayın hazırlanması için gerekli çayın bitki olarak yetiştirilmesi, hasat edilmesi, paketlenmesi, depolanması, dağıtılması, satılması, demlenmesi gibi adımlar, toplamda 30 litrelik bir su tüketimine neden oluyor. Kahve tutkunları için ise çok daha kötü bir haberimiz var. Bir karton bardakta içilen kahve yaklaşık 200 litrelik bir su ayak izine sahip. Hele bir de kahveyi sütlü ve şekerli içiyorsanız durum daha da vahim. Kahveyi bırakıp çaya mı dönsek hepimiz?
Su ayak izi sadece çay ve kahve gibi ürünler için değil, tükettiğimiz tüm gıdalar, kullandığımız eşyalar; ulaşımdan eğlenceye, konaklamadan ısınmaya her türlü ürün, hizmet, süreç ve ihtiyacımız için hesaplanıyor. Kafamızda daha iyi yer etmesi için günlük tükettiğimiz birkaç gıdanın su ayak izi değerlerini paylaşmak istiyorum:
? 1 porsiyon kırmızı et (200 gr): 3100 litre
? 1 porsiyon beyaz et (200 gr): 780 litre
? 1 dilim ekmek: 40 litre
? 1 adet küp şeker: 7,5 litre
? 1 porsiyon peynir (75 gr): 375 litre
? 1 bardak süt: 200 litre
? 1 çift deri ayakkabı: 8000 litre
? 1 paket patates cipsi (200 gr): 185 litre
Her ne kadar değerler çok yüksek gibi görünse de tüm bunlar bazı gıda maddeleri için geçerli olan su ayak izleri. Peki endüstriyel bir ürün, örneğin bir arabanın üretimi ne kadarlık bir su ayak izine sahiptir biliyor musunuz? Arabanın türü, modeli, markası vb gibi parametrelere bağlı olarak su ayak izi değerleri milyonlarca, hatta on milyonlarca litreye tekabül edebiliyor.
Günümüzde su ayak izi hesaplamaları; köy şehir, ülke gibi belirli tüketici grupları; kamu ve özel sektör işletmeleri gibi ürün ya da hizmet üreten kurumlar veya doğrudan belirli bir ürün ya da süreç için hesaplanıyor. Yani, Türkiye’nin kişi başına düşen su ayak izi, bir şirketin 1 birim ürün üretmesi için ortaya çıkardığı su ayak izi veya bir bilgisayar üretiminin neden olduğu su ayak izi gibi.
Su ayak izi hesapları üç farklı parametre üzerinden hesaplanıyor. Mavi su ayak izinde yüzey ya da yer alt sularının tüketimi; yeşil su ayak izinde bitki yetiştiriciliği ve tarımsal faaliyetlerden kaynaklı su tüketimi; son olarak gri su ayak izinde su tüketiminden ziyade ilgili sürecin suyu kirletme oranı tespit ediliyor.
Bütün bu bilgileri alt alta koyduğumuzda aslında her birimizin o veya bu şekilde neden olduğu su ayak izini tahmin edebiliyoruz, değil mi? Bazı kişiler, dörtte üçü sularla kaplı olan dünyamızda ne denli bir su kıtlığının yaşanabileceğini sorgulayıp olayın vahametini anlayamayabilir. Bunun için, dünyadaki toplam su oranın çok fazla önemli olmadığını bu suların sadece yüzde 2-3’lük bir kısmının tatlı su olduğunu ve bunlarında çok az bir kısmına erişimimizin olduğunu belirtmekte fayda var. Yani, işimize yarar su kaynaklarının toplamı yüzdelik değil bindelik değerlerle ifade edilecek boyutta.
Peki su ayak izini azaltmak için ne yapmalı? Her birimize bu konuda ciddi sorumluluklar düşüyor. Evlerimizde yapabileceğimiz basit su tasarrufları da su ayak izimizin düşürülmesini sağlacaktır; fakat daha etkin ve sürdürülebilir çözümler için çok daha köklü değişiklikler yapılması şart. Hatta bu değişikliklerin sadece evlerimizde değil, toplumsal hayatta, kurumlarda ve sanayide de yapılması gerekiyor.
Örneğin, bir kurum su ayak izini doğru bir şekilde hesaplamak ve akabinde bu izi azaltmak istiyorsa üretim, tedarik zinciri, satış ve pazarlama, dağıtım vb gibi süreçlerinin her birini analiz etmelidir. Doğrudan su tüketimine karşı önlemler almak çok daha kolay olmakla beraber, görüldüğü üzere su ayak izinde dolaylı tüketimler kritik rol oynuyor. Bu nedenle her kuruluş, bu konuda daha kapsamlı ve en önemlisi de sürdürülebilir adımlar atmalıdır. Örneğin, Renault firması, ömrünü tamamlamış araçlardan aldığı parçaları geri dönüştürmekte ve bunları yeni ürettiği otomobillerde kullanıyor. Bunun gibi birçok örneğin, faaliyet alanı farketmeksizin her kurum tarafından gerçekleşmesi dileğiyle...